Yazdır  
KİTAPLARIN DÜNYASI
Oktay Akbal’a Mektuplar…
Edebiyat araştırmacısı, eleştirmen Hikmet Altınkaynak imzalı kitaplar hep sevindirir beni. Bu kez iki sevinci birden yaşadım. Sevgili ağabeyim, hep özendiğim Oktay Akbal’a mektuplar derlemesi onun imzasıyla çıkageldi. “Oktay Akbal’a Mektuplar”, 1943 ile 2014 yılları arasından aslında küçücük bir seçmeyi içeriyor.

Ünlü edebiyatçılar, kültür insanlarının yanı sıra ünlülere ait olmayan ama önemleri olan mektuplar da bu ciltte. 324 sayfa boyunca 1940’ların yazın ve yayın dünyasına dalmak bir hayli coşturuyor…

Kimler yok ki… Sabahattin Kudret, Faik Baysal, Salâh Birsel, Adnan Binyazar, Necati Cumalı, Kenan Harun, Cahit Külebi, Nezihe Meriç, Behçet Necatigil, Fikret Otyam, Hilmi Yavuz, Egemen Berköz ve daha niceleri…

Benim gözüm elbette Sait Faik’i, Dağlarca’yı, Sabahattin Eyuboğlu’nu da aradı ama belki onlar daha sonraki ciltlerde ortaya çıkar. Oktay Akbal’daki mektupların bu kadar olduğunu sanmam. En çok merak ettiğim yazarlar arasında öncelikle Besim Akımsar, Nahit Ulvi Akgün, Vehbi Belgil, İlhami Emin, Fahir Onger, Behçet Necatigil ve Mehmet Seyda’yı sayabilirim. Çünkü onlarla tanışamadım, kimilerine de yetişemedim.

Tanıştıklarım arasında küçük merhabalarla yer alanlar da var, uzun sohbetlerle tanıdıklarım da… Örneğin Sabahattin Kudret Aksal YAZKO’nun müdavimlerindendi. Memet Fuat’ın ve Adnan Özyalçıner’in yanına uğrardı. Hatta bir gün beni bir dil sürçmesi dolayısıyla Sennur Sezer’e karşı kurtardığını da söyleyebilirim. Benim de onu Kemal Özer’e karşı savunduğumu anımsıyorum. Faik Baysal’la Altın Kitaplar Yayınevi’nde rahmetli Dr. Turhan Bozkurt’un odasında tanışmıştım. Salâh Birsel’le sohbetimiz her uğrayışında derinleşmiştir. Basılacak bir kitabının adını birlikte koymuştuk. Kitabın adını “İşte Buna Yandı Yüreğim” diye koyup getirmişti. Sonra “Halley Kimi Kurtarır” isminde karar kıldık. Necati Cumalı ise kitaplarının basım sorumlusu olarak bir ara beni düşündü. “Bir yayınevi kur, kazan, yalnızca bana telif hakkı öde,” demişti. Amacı “kavgalı” olduğu kimi yayıncılardan kurtulmaktı. Bu konuda kendisi başarısız bir deney de yaşamıştı. Bastırdığı oyunlarının sırtına isminin bir harfini koyuyordu. Böylece kitaplar sırttan yan yana gelince Necati Cumalı olarak okunacaktı. Hey gidi günler…

Ali Gevgilili’yle sanırım yine YAZKO yöne­tim odasında tanıştık. Onun “Yeni Dergi”deki sinema yazarlığından çok şey öğrenmişimdir. Bunu kendisine söylediğimde hem şaşırmış hem de gönenmişti. “Demek o yazıları boşuna yazmadık,” demişti. Ayhan Hünalp çok ilginç bir yazardı. Çıkardığı şirket dergisine benden de yazı alıp, telif ödeyerek inceliklerde bulunurdu.

Gelelim Cahit Külebi’ye… Türk Dil Kurumu Genel Yazmanı olduğunda buruk bir sevinç duymuştum. Sağlığında şiirleri ders kitaplarına giren ender bir ozanımızdı. Hele son dönem “geri gelmez bir daha” ünlü dizesiyle taht kurmuştu şiir dünyamızda. Ama 1960’ların ikinci yarısında siyasal iktidara şirin görünmek için “Süt” adlı şiir kitabını Hisar Yayınları’na vermekle ne yapmak istemişti? Bu karar yıllarca düşündürdü beni. Cumhuriyet gazetesinin yazarlar katındaki Sami Karaören’in odasında karşılaştığımda bunu belirtemedim ve içimde kaldı.

Bu arada gözden kaçan bir yanlışlığı belirtmek isterim. Kitaptaki mektupların bir tanesi Özdemir Balkan diye geçiyor. Mektubun orijinalini ben Aydemir Balkan diye okudum. Hıfzı Topuz’la arkadaş olduklarını sanıyorum. Yeni basımda düzeltilir umarım. Albüm bölümündeki ilk sayfada Sait Faik’in adı unutulmuş…

Özet olarak dolu dolu içtenliklerle örülü bir kitap ortaya çıkmış. Dileğim böylesi yapıtların çoğalması. Çünkü kitaplarla çoğalıyoruz.